Thursday, May 3, 2007

DÖRT KUŞU BOĞAZLA(3) (HOROZ'un Halleri)) !!!!!

ŞEHVET
2. Horozun Halleri

Kesilmesi gereken ikinci kuş olan Horozun kusuru şehvetperest oluşudur.
Mevlânâ şehvetin ve kadın düşkünlüğünün insanların ayağını kaydırma konusunda şeytana verilmiş en önemli kozlardan biri olduğunu şöyle bir kıssayla anlatıyor:
İblis lanetlenip cennetten çıkarılınca insanlardan intikam almak istedi ve Cenab-ı Hakk'a:
- Halkı avlayabilmem için bana kuvvetli bir tuzak ver, dedi. Cenab-ı Hak ona; altın, gümüş ve at gibi şeyler göstererek:
- Halkın aklını çelmek için bunlardan istediğini al, buyurdu. İblis:
- Bunlar da hoş ama tuzak yemi olarak daha tesirli bir şeyler olsa, temennisinde bulundu. Hak Teala bu sefer ona tatlı ve yağlı yemekler yemek, kat kat giyinmek gibi imkanlar gösterdi. İblis bundan da fazlasını isteyince kendisine içki ve çalgı silahları verildi. Bu isteme verme faslının en sonunda erkekleri tuzağa düşürmek üzere kadın güzelliği gösterilince İblis sevincinden oynamaya başladı ve:
- Ya Rabbi! İşte aradığımı şimdi buldum. İnsanın aklını başından almak için bu mahmur gözler, gönüller yakan bu al yanaklar, bu yay kaşlar ve kor dudaklardan daha iyi silah bulunmaz, dedi. (5/38)

Kusur elbisesi kimseye yakışmaz şüphesiz. Ama bazı kusurlar var ki bazılarının üzerinde daha bir çirkin daha bir iğreti durur. Şehvetin de ihtiyarlara yakışmadığı gibi.
Şimdi de şehvetin insanı ne gibi tehlikeli hallere düşüreceğine örnek olmak üzere Mesnevî'de yer alan hikâyelerden birini aktaralım:
İhtiyarın Şehveti
Doksan yaşında beli bükülmüş, saçları kar gibi ağarmış bir kocakarı vardı. Dizden dermandan kesilmişti ama hala koca ve süslenme merakı geçmemişti.
Mevlânâ'ya göre insan kocalıp da kâmil olmamışsa kocakarı adına o zaman müstahak olur. Onun ne malı, ne sermayesi, ne de itibarı vardır.
Böylesi; dilsiz, kulaksız, gözsüz, akılsızdır; güzelliği yoktur ki nazı çekilsin. Kat kat soğan gibidir; hangi zarı çekilse alttaki daha beter kokar.
"İşte bu gerçekten gafil erkek avcısı doksanlık kocakarı, yüzünü süslemek için her ne sürdüyse para etmedi. Sofra bezine benzeyen yüzünün kırışıklarını kapatmaya ne boya yetti ne allık. Bunun üzerine eline bir makas bir de tezhipli Kur'ân-ı Kerim alıp tezhipleri kesmeye ve tükrükleyip tükrükleyip kırışıklarının üzerine yapıştırmaya başladı. Fakat çarşafını başına geçirirken yapıştırdığı bütün tezhipler dökülüyordu. Acuze tükrükleyip tutturdukça kâğıt parçaları durmadan düşüyordu. Kadın nihayet bunaldı ve:
- Hay kör şeytan, sana yüz binlerce lanet, dedi. Adı söylenir söylenmez İblis onun gözüne görünüp dedi ki:
- A kahpe, benimle alıp veremediğin ne! Bu iblisliğimle ben ne senin yaptığını yaptım ne de bir yapanı gördüm. Bana lanet ediyorsun ama sen tek başına yüz şeytan ordusuna bedelsin."
Efendim, hikâyenin birbirinden farklı birkaç mesajı var:
Bunlardan biri insanın yaşlandıkça durulacağı yerde daha fazla azması, şehvetine mağlup olması.
Diğeri ise aşağılık kimselerin Kur'ân'ı ve hikmetli sözleri bile kendi kötü emellerine alet edebildikleri hususu.
Mevlânâ böyle davrananları kınayarak -mealen- şöyle söylüyor:
"Ey mukallit! O kocakarı gibi sen kötü bir çığır açtın ve pis yüzünü süslemek için Kuran süslerini (ayetlerini) çaldın. Kendini beğendirmek için yüce erlerin sözlerini kullandın. Ama aslın güzel olmadıkça böyle iğreti şeylerle sana bir tazelik ve güzellik gelmez. Nasıl ki ağaca yapıştırsan da kesik dal meyve vermez. Ölüm çarşafı açılınca bütün o sahte süslerin bir değeri yoktur. Ey kocakarı, sen kaderinle cedelleşme. Mademki yüzünün güzelleşmesine imkan yok onu ister kırmızıya boya, ister karaya! En iyisi sen sineni cilalayıp parlatmaya ve Hakk'a beğendirmeye bak." (6/47)
Nasıl oluyor da bir yaşlı onca bilgi ve tecrübesine rağmen şehvetine zebun oluyor? Demek ki şehvet gelince ne tecrübe işe yarar ne de insanın doğru ile yanlışı seçme cihazı olan aklı kalır. Okuyucudan özür dileyerek nakledeceğimiz aşağıdaki hikâyede Mevlânâ şehvetin gücü ve karşılıklı oluşuna ilginç bir örnek veriyor.
Gebe Kalma
Zengin bir tüccar evlenme çağı geçmekte olan güzel kızını fakir biriyle evlendirmişti. Ancak evermeden önce kızına sıkı sıkı şu tenbihte bulundu:

- Bir müddet kendini kocandan uzak tut da gebe kalma. Zira kocan pek fakirdir; bu tip insanların ne yapacağı belli olmaz. Sonra seni yüzüstü bırakıp gitmesinden korkarım. Kız da:
- Başüstüne babacığım, dedi. Evliliğin üzerinden beş, altı ay geçti. Baba baktı ki kızının karnı büyüyor; ona çıkıştı:
- Ben sana ne demiştim, niye nasihatımı tutmadın!
- İyi ama babacağım, erkekle kadın pamukla ateş gibidir. Ben kendimi kocamdan nasıl sakınabilirim ki?
- Kastım senin kocandan ayrı durman değil. Eşin inzal halinde iken kendini çekerek gebelikten korunmanı istemiştim.
- Peki o an nasıl anlaşılır?
- Kocanın gözleri süzülmeye başlayınca anlarsın ki çekilmek gerek.
- Ah babacığım, ne yapayım ki daha onun gözleri süzülmeden benimkiler çoktan kapanmış oluyor. (5/150)



Devam Edecek...
Prof. Dr. Cihan OKUYUCU (www.semazen.net)

No comments: