Tuesday, May 15, 2007

DÖRT KUŞU BOĞAZLA(4) (TAVUS'un Halleri)!!!



MAKAM SEVGİSİ

3.Tavusun Halleri

Mevlânâ hırs bakımından iki kuşu karşılaştırıyor: Kazın hırsı, tavusun hırsı. Kazın hırsı boğaz ve şehvet hırsı idi... Tavus ise baş olma iddiasındadır ve bu hırs berikinden kat kat büyüktür. Bunlardan biri yılansa öbürü ejderha gibidir. Hz. Adem de sürçmüştür, İblis de. Adem’in sürçmesi boğaz ve şehvettendir, İblisinki ise kibir ve mevkiden. Cenab-ı Hak Adem'in suçunu bağışlamış, diğerini lanetlemiştir. Zira ikinci sürçmede şirk vardır. Adem suçunu bilmiş tevbe etmiştir, ancak İblisin kibri onu tevbeden de alıkoymuştur.


Baş olma hırsı öyle bir hırstır ki padişahlar saltanatına ortak olur korkusuyla babalarını bile öldürürler. Bu hırs ateş gibidir her şeyi yakar; kimse bulamazsa kendini yakar, bitirir. Bunun için "Saltanat kısırdır" denmiştir.


Nam ve şöhret için cilvelenen tavusun amacı halkı avlayıp kendine bağlamaktır ama işin sonunda yine kendisi zararlı çıkar. O, tıpkı tuzak gibidir; neyi, niçin avladığını bilmez.
Mevlânâ sözü insana getirerek diyor ki: "Sen de ta doğduğundan beri çevrende insanlar topladın; onları dostluk tuzağıyla avladın ama eline bir şey geçtiği yok. Bu hevesle kimini bırakıp kimini yakalayarak işi çocuk oyununa çevirdin. Aslında bu tuzakla sen kendini avladın, kendini kendi muradından, asıl dostluktan mahrum ettin. Av ararken kendini avlayan avcıya döndün!
Yine Mevlânâ'ya göre şöhret vurgunu olmak bir nevi tutsaklıktır... "Sen bu cihanda boynu şöhretle bağlı nicelerine sultan dendiğini duyarsın. Başında tac var ama boynu tutsak, halksa ona padişah demede. Böyleleri kafir kabri gibidir; dışı süslü, içi ise kahır dolu".


Güzellik, mevki ve servet başkalarının hasedini çektiği için bunlara sahip kişilerin başı rahat görmez. Hasetten kurtulmak için bu tip insanların özellikle mütevazi olması gerekir. Şu nüktedeki tavusun yaptığı gibi:
Ovada bir tavus güzel kanatlarını yolup duruyordu. Onu gören biri sordu:
- Bu güzel kanatlarına yazık değil mi, niye onları telef ediyorsun. Hafızlar Kur'ân arasına koyar, safa ehli yelpaze edinirken sen kendi kanatlarının kadrini bilmez misin?
Tavus bu nasihatlar üzerine ağlamaya başladı ve şöyle dedi:
- Sen renge ve kokuya bakıyorsun. Ama bana her taraftan yüzlerce tehlike bu kanatlar sebebiyle gelmede. Nice avcılar bu kanatlar için tuzak kurmada ve nice okçular bunun için oklarını fırlatmada. Mademki bu tehlikelere karşı kendimi korumaya gücüm yok, o halde çirkin olmam evla.


Peki imkan sahipleri sırf hasetçilerin hasedini çekmemek için bu tavus gibi mi davranmalı? Mevlânâ'ya göre bu, duruma göre değişir. Sabırlı ve mütevazi kimsenin kanadını yolmasına lüzum yoktur, zira o zaten kanadı yok gibi davranır. Hazineyi korumak için viraneye gömerler. İnsan da kanatlarını yolamıyorsa bari şuna buna arzetmemeli, uzlet etmelidir. (5/23)


Eldeki imkanlar ehliyetsizlerin elinde tehlike arz eder. Sözgelimi kendini koruyamayanın güzelliği çocuğun eline kılıç vermek gibidir. Çocuk ya başkasından önce kendini keser ya da başına gereksiz dert açar. Mevlânâ bu mealde şöyle bir nükte anlatıyor:


Çocuğun biri elindeki kılıcı kuyuya atmış. Onu gören biri böyle değerli bir kılıcı niye attığını sorduğunda şu manidar cevabı almış:
- Madem aklım ve kullanacak gücüm yok, silahımı kuyuya atmam daha iyi. Yoksa elimde kılıç olduğunu gören çocuk olduğumu bilmez de beni düşman zanneder.


Hz. Mevlânâ'ya göre şehvetin açık olanı ve herkesçe bilineni mal, mülk ve kadın sevgisidir. Gizli olanı ise övülme arzusu ve beğenilme duygusudur. Bu ise kibre yol açar. Kibir elbisesi kimseye yakışmaz ama bazıları üzerinde daha da sırıtır. Mesela makam, mevki sahiplerinin kibri hadi neyse de acizlerin kibrine ne demeli?


Kibrin de binbir çeşidi vardır şüphesiz.


Daha çok büyüklere arız olan ve onları bulundukları yüksek yerlerden aşağılara yuvarlayan manevi bir kibir daha vardır. Yüksek yerden düşmek alçaktan düşmeye benzemez; daha vahim sonuçlara yol açar...


"Allah kibr edeni alçaltır, tevazu göstereni ise yükseltir." Cenab-ı Peygamber buyuruyorsa elhak öyledir.


Kibrin kaynakları nelerdir?

Kimine zenginlik, kimine şöhret, kimi için de soy sop bir gurur ve kibir sebebi. Başkalarının sahte iltifatları ve yapmacık saygısı da kibir sahibi için gerçekte bir felaket. Mevlânâ kibrin kötülüğü ve övgünün de zararı hakkında şunları söylüyor:


"Ey Firavun tabiatlı! Halk sana secde ediyor diye övünmedesin ama bilmiyorsun ki onlar aslında senin canını zehirlemede. Padişah başka padişahı yakalasa öldürür ama bir yoksulu bulsa ona şefkat eder.


Kibir Hakk'a şirk koşmaktır. Cenab-ı Hak başka suçu affetse bile kendisine başkaldırmayı ve şirki bağışlamaz. Sendeki benlik duygusu bir merdiven gibidir; merdiven ne kadar yüksek olursa düştüğün vakit kemiklerin o kadar çok kırılır."



Zira birçok insanın handikapı; "Çevredekiler ne der?" sorusudur. Nitekim Hz. Peygamber’in amcası Ebu Talip de imana davet edildiğinde aynı talihsiz cevabı vermişti: "İman ederim ama başkaları ne der?" Bu gün de bir doğruyu dile getirme noktasında aynı handikapı hem kendimiz hem de çevremizde sık sık yaşamıyor muyuz? Başkaları ne der, demeden önce Allah ve resulü ne der, diyememek ne kadar acı.


Çevremizdeki her insana iyi hasletler yakıştırmalı, söz ve davranışlarımızla onlara iyi olduklarını telkin etmeliyiz. Zira insanlar zamanla kendilerine biçilen rolü benimserler ve o doğrultuda hareket ederler. Bir suçlu bile kendisine namuslu bir insan muamelesi yapıldığında çok zaman bu güvene layık olmaya gayret eder.



Prof. Dr. Cihan OKUYUCU (www.semazen.net)

No comments: